Cihangir Akademi’nin kurucusu Şule Ateş’den çalışmaları hakkında düşüncelerini okuyabilirsiniz. Yaptığı çalışmaların daha fazla gence ulaşmasını önemseyen Şule Ateş’in küratörlük hakkında düşüncelerine, kariyerini sanat üzerine kurmak isteyen geçler için yer verdik.
Şule Ateş kimdir? Bize kendinizden ve yaptığınız işlerden bahsedebilir misiniz?
Yaklaşık 30 yıldır gösteri sanatları üzerine çalışıyorum. Somut ve soyut kültürel varlıklarımıza dair farkındalığı artırmayı hedefleyerek kültürel ifade hakkına vurgu yapan katılımcı ve mekâna özel performanslar sahneliyorum. 2005 yılında Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi’ni, 2016 yılında da Cihangir Akademi’yi kurdum. 2019 sonunda yönetmenliğini yaptığım solo performans Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur sergilenmeye başlandı. 2020 yılından beri de DijitalLAB Performans markası altında gösteri sanatlarında dijital teknolojinin kullanımı üzerine eğitim, araştırma ve üretim projeleri gerçekleştiriyorum.
Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’un yönetmenliğini yapıyorsunuz. Bu oyunu sahnelerken gözettiğiniz belli başlı fikirler nelerdi? Tiyatroya araştırma ve keşif üzerinden bakan bir yönetmensiniz. Bu oyunda neleri keşfettiniz? Denediğiniz yeni şeyler oldu mu?
Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur için hikâye anlatıcılığı geleneğimizden yola çıkan performatif bir araştırma diyebilirim. Bir oyun sahnelemekten çok bir anlatıcı-oyuncu araştırması yapmak üzere çıktığım bir yolculuk benim için. Bu araştırmada yapmaya çalıştığım şey geleneksel hikâye anlatıcısının geçmişte seyircisiyle yakaladığı organik ve canlı ilişkiyi, günümüzün oyuncusu ve seyircisi arasında yeniden tesis etmenin yöntemini, oyuncu ve tabi seyirciyle birlikte araştırmak…
Sözlü bir kültürün taşıyıcıları olan hikâye anlatıcıları, hikâyelerini asla yazmıyorlar. Sadece hikâyenin akışındaki önemli noktaları, hatırlatma cümleleri halinde not ediyorlardı. Yani hikâyenin sadece ana hatlarını ezberliyor ve kalanını her seferinde, sahne üzerinde yeniden yazıyorlardı. Ben de Pınar Göktaş’ın metni, sahne üzerinde anlatarak yazmasını sağladım. Edebi bir metni sahne diline tercüme etmek yerine anlatıcının kendi kişisel ifadesini bulması için uğraştım. Son derece doğal bir anlatı çıktı böylece ortaya. Hatta seyirci çoğu zaman oyunun, üzerinde çalışılmış, provası yapılmış bir gösteri olduğunu unutuyor. Sanki Pınar bir arkadaş toplantısında o an içinden gelmiş de koltuktan kalkıp anlatmaya başlamış gibi algılanıyor gösteri. Bu doğallığı ve samimiyeti yakalamak için çok uğraştık tabii…
“Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur” 23 Ekim 2022’de Kaş Tiyatro Günleri’nde ücretsiz sahnelecek.
“Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur” oyunu ismiyle de hayatın gerçeklerine değiniyor. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kimliğinin kabulünün sorgulayan oyunun hikâyesini kısaca anlatır mısınız?
Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’un metni, zaman zaman kurmaca ile destekleniyor olsa da Oyuncu Pınar Göktaş’ın kişisel hikâyesine dayanıyor. 90’larda Samsun’da yaşayan, aşk filmlerindeki ‘’mükemmel uyum’’ fikriyle büyülenen ve ‘’hayatının aşkını’’ bulmaya karar veren meraklı ve girişken bir kız çocuğunun aşkı arayışını, cinselliği keşfedişini, kendi çocukluğu ve gençliği boyunca yaşadığı romantik ilişkiler üzerinden anlatıyor. Hikâye, doksanlı yılların sonu ve iki binli yılların başına yayılıyor. Seyirciyi dönemin romantik filmleri, vintage objeleri ve pop starı Tarkan’ın hit şarkıları arasında dolaştırıyor. Oyunu, Pınar’ın kişisel hikâyelerini sahne üzerinde çalışarak ve doğaçlayarak geliştirdik. Bu bir reji yöntemi aslında. Avrupa Tiyatrosu’nda ‘Devised Theatre’ olarak tanımlanıyor.
Geçtiğimiz senelerde ZOOM üzerinden online bir gösteriminiz oldu. Bu deneyiminizden bahsedebilir misiniz?
Online oynamak heyecanlı bir keşif oldu bizim için. Hikâye anlatıcılığı, seyirci ile kurduğu ilişkiyle şekillenir. Pınar zaman zaman seyirciyle karşılıklı muhabbet de ediyor yani sahnede. Zoom’da da bunu yakalamak istedik fakat seyircinin büyük bölümü kamerasını açmadan izlemeyi tercih ediyor. Zoom’un yapısı gereği mikrofonları da açamıyoruz. Yani seyirci ile yoğun bir spontane etkileşim fikrini unutmamız gerekti. Onun yerine Zoom’a cep telefonundan bağlanarak hareketli kamera kullanımı ile oyuna farklı bir devinim kazandırdık. Rejiyi, ev mekânına ve telefon kamerasına uyarlamış oldum. Tiyatroyla film arasında yeni bir ara tat yakaladığımızı düşünüyorum. Oyuna yakıştı. Pınar’ın kendi hikâyesini anlatarak seyirciyi kendi evinde dolaştırıyor olması doğal oyunculuğuyla birleşince farklı bir ‘samimiyet’ çıktı ortaya. Reality Show gerçekliğine benzer bir deneyim denebilir belki.
Bir tiyatro yönetmeni olarak sahneye koyduğunuz oyunlarda en çok neler üzerinde düşünüp sorguluyorsunuz? Oyunlarınızın seyirciyle kurmasını arzuladığınız ilişkiyi biraz açıklar mısınız?
Benim temel motivasyonum, öncelikle benim için yeni olan bir alanı, konuyu ya da formu araştırmak. Bildiğim, denediğim yaklaşımları tekrarlamaktansa her seferinde yeni bir şeyi araştırmak, öğrenmek, keşfetmek ilgimi çekiyor. Ya bir kültürü araştırıyorum ya da bir oyunculuk yaklaşımını ya da bir reji yöntemini. Fakat eğer aileden kalan bir servetiniz yoksa Türkiye’de bu tür çalışmaları sürdürmek gerçekten çok zor. Zaten ana akım dışında herhangi bir şeyi devam ettirmek imkânsız gibi. Neyse ki az sayıda da olsa Avrupa Birliği Fon programları var. Var olan bir iki fon programı sayesinde yeni ifade biçimlerini araştıran eğitim/araştırma programlarını ve performansları arada bir de olsa yapabiliyoruz.
Kurduğunuz Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi ile ilgili biraz bilgi verir misiniz? Ne tür çalışmalar düzenlediniz?
2005 yılında, yaptığım bir çağrıyla bir araya gelen 70 kadar kurum ve kişi ile Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi ismiyle bir kolektif kurduk (2005 – 2012). Çağdaş gösteri sanatları alanını geliştirmeye ve görünürlük kazandırmaya yönelik birçok proje ve lobi çalışmaları yaptık. Belediyelerle bağlantı kurmaya, ortak projeler üretmeye çalıştık o dönem. Mahallelerde katılımcı performans projeleri yapmak, gönüllü dans ve oyunculuk eğitimi vermek istiyorduk.
Semt Konakları’nda gençlere yönelik çağdaş dans, hiphop, çağdaş oyunculuk atölyeleri düzenledik. İlgi ve katılım çok iyiydi ve yine bir fondan destek alıp projeyi kendimiz fonlayarak devam ettirmek istiyorduk ki proje devam edemedi. 2014’te kültür alanından gayet iyi tanınan bir grup insanı bir araya getirdim ve Yerel Yönetimler İçin Kültür Politikaları Raporu’nu hazırladık.
İstanbul’da sizi destekleyen, yüreklendiren, ilham veren sanat ikliminden bahseder misiniz?
2010’dan beri sanatı ve kültürü destekleyen yapıcı bir iklimden söz etmek zor. 2008 krizi sonrası Avrupa Birliği sanat bütçelerinde kısıntıya gitti ve böylece Türkiye’de, benimki gibi projeler için hiçbir destek kalmadı. Şu anda salgın nedeniyle tiyatroda yaşadığımıza benzer bir gerilemeyi, 2010 sonrasında çağdaş gösteri sanatları alanında, yaşamaya başladık. Çağdaş dans, performans, hareket tiyatrosu gibi ana akım dışında işler üreten sanatçıların tamamına yakını üretmeyi bıraktı ve sahadan çekildiler. Festivaller bitti, mekânlar kapandı. Çok ciddi bir gerileme yaşandı. 90’lar ve 2000’ler boyunca yavaş yavaş gelişerek kendi seyircisini yaratmış ve 2005-2010 arasında ciddi bir patlama yaratmış olan Çağdaş Gösteri Sanatları Alanı, bir anda yok oldu.
2010’dan itibaren genç bir bağımsız tiyatro hareketi başladı. Bir sürü yeni sahne açıldı ve bu ekipler kendi metinlerini ürettiler. Bir süre gişe geliriyle ayakta kalmayı da başardılar. Fakat kriz derinleştikçe 2010’ların sonuna doğru bu hareket de sönümlenmeye başlamıştı ki ardından salgın geldi.
Ben, Cihangir Akademi’yi açarak vazgeçmemeyi, idare etmeyi denedim ve sanırım becerdim de… Şu anda bana, içinde bulunduğumuz dijital devrim ilham veriyor ve yüreklendiriyor. Pandemi başladığından beri iki ayrı proje için fon buldum ve son on yılımın en verimli dönemini yaşıyorum. Masrafları karşılayamadığım için mekândan çıkmıştım. Şimdi dijital bir sanat merkezi etrafında kümelenecek, kolektif bir oluşum yaratma yolundayım.
Sizce İstanbul’da kültürel iklim değişiyor mu? Mümkün olsa İstanbul’da nerede bir sahneniz olmasını isterdiniz?
Ben artık bu koşullarda fiziksel anlamda bir sahnemin olmasını istediğimden emin değilim. Dijitallab: Peformans’ı, dijital bir sanat merkezi olarak kalıcı hale getirmek istiyorum. Artık Zoom’da bir üyelik satın alıp kendi dijital mekânınızı yaratmak, gerçek bir mekân kiralamaktan çok daha ucuz. Tabii dijital gösterileri, tiyatronun yerini tutacak bir şey olarak düşünmemek lazım.
Ben sahneden çok bir stüdyom olsun istiyorum aslında ama bu kiralarla İstanbul’da nasıl olacak bilemiyorum. Benim otuz yılım Cihangir Beyoğlu’nda geçti. Benim için bu bölge hâlâ sanatın merkezi. Şu anda kültürel iklim çok değişmiş gibi görünse de koşullar değiştiğinde hızla toparlanacak birikime sahiptir Beyoğlu. Hâlâ oralarda bir mekân hayal ediyorum ben fakat nerede çalışabiliyor ve üretebiliyorsam benim için merkez de ev de orası artık. Nerede olduğu pek önemli değil. Şu sıralar daha çok alt katını çalışmak; üst katını yaşamak için kullanabileceğim bir homestudio hayal ediyorum. Tek kirayla halledebileyim diye. Fakat İstanbul’da mı olur bu mekân, İstanbul dışında mı emin değilim. Çevremdeki pek çok sanatçı, İstanbul dışı çözümler düşünmekte artık.
Profesyonel özgeçmiş
Şule Ateş / Küratör & Yönetmen & Kültür Yöneticisi
Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nden dramaturgi ve reji üzerine eğitim alarak mezun olan Şule Ateş, 1987’de Beklan Algan ve Ayla Algan tarafından İBB Şehir Tiyatroları bünyesinde kurulan Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı’nın öğrencilerinden biri oldu. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde çalıştı.
Şule Ateş, yaklaşık 30 yıldır gösteri sanatları alanında oyuncu, dramaturg, tiyatro yönetmeni, performans tasarımcısı, küratör ve kültür yöneticisi olarak çalışıyor. Sanatsal ve kültürel alanı geliştirmeyi hedefleyen, yeni estetik formları ve ifade biçimlerini araştıran gösteriler sahneliyor ve etkinlikler organize ediyor. Geleneksel anlatı biçimleri ile güncel yaklaşımlar arasında bağlantı kurmayı ve hikâye anlatmanın yeni formlarını araştırmayı önemsiyor.
Somut ve soyut kültürel varlıklarımıza dair farkındalığı arttırmayı hedefleyen, kültürel ifade hakkına vurgu yapan katılımcı (Diversity Theatre) ve mekâna özel (Site Spesific) performanslar sahneliyor. Profesyonel oyuncuların yanı sıra, dezavantajlı gruplarla da çalışıyor.
Kamusal Alanda Sanat ve Katılımcı Sanat gibi Türkiye için yeni sayılabilecek sanat disiplinlerinde, konseptini geliştirdiği çok sayıda festival, etkinlik ve organizasyonun küratörlüğünü ve koordinatörlüğünü üstlendi.
2005 yılında, İstanbul’da çağdaş tiyatro ve dans alanında üretimde bulunan, 70 civarı kurum ve sanatçıyı bir araya getirerek, ÇGSG – Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi’ni kurdu ve gösteri sanatlarını geliştirmeye yönelik birçok projeyi hayata geçirdi. 2016 yılında Cihangir Akademi’yi kuran Şule Ateş, bu marka için, birbirini tamamlayan bir ‘eğitim + araştırma + üretim’ kurgusu ile gösteri sanatlarını geliştirmeye yönelik eğitim programları ve laboratuvar çalışmaları organize ediyor. 2019 sonunda hikâye anlatıcılığı yöntemiyle sahnelediği solo performans, Öyle Şeyle Yalnızca Filmlerde Olur, halen sergilenmeye devam ediyor. 2020 yılından beri DijitalLAB Performans markası altında, gösteri sanatlarında dijital teknolojinin kullanımı üzerine eğitim – araştırma ve üretim projeleri gerçekleştiriyor.
Sahnelediği Gösteriler 1996 – 2021
- Diyarbekir Hikâyeleri: Büyük Ev, Atölye Gösterim, Mordem Sanat SoloFest, Diyarbakır 2021
- Karantina2020 Video – Performans Serisi – Cihangir Akademi Pro, 2020
- Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur – Cihangir Akademi Pro, 2019
- Kapının Ardında Ne Var? – Bademli Tiyatro Günleri 2018, (Mekâna Özel Performans)
- Kahramanın El Kitabı – İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali Ortakyapımı 2016,
- Feminen de Kabare – Garajistanbul Pro. 2012
- Tevhid / Oneness- Alevi İnancı Üzerine Güncel Bir Performans 2010, Garajistanbul
- Vakit Tamam Beyler! 2007 – 2009, Talimhane, Oyun Atölyesi, Garajistanbul
- Kahramanın El Kitabı – Galataperform, Görünürlük Projesi 2007
- Uzun Yol – Türkiyeli Romanlar Hakkında Belgesel Oyun – İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2006
- Kasım ile Nasır – Diyarbakır Sanat Merkezi, Diyarbakır Sanat Festivali, 2004
- Akşam Yemeği – Genç Etkinlik – Tüyap 1996
Sanat Yönetmenliği
- Dijitallab: Performans – Dijital Dramaturji İçinEğitim ve Araştırma Programı – Cihangir Akademi, 2021
- İBB Şehir Tiyatroları 100. Yıl Kutlama Programı Küratörlüğü 2014 – 2015
- Geçiciİşgal @Rock’nCoke, Küratör, 2013
- Roma Market – Sıfır Ayrımcılık Derneği ve Şişli Belediyesi, Küratör, 2013
- Galataperform Görünürlük Projesi, Küratör, 2012
- Geçiciİşgal@Kanyon – 13. İstanbul Bienali Paralel Etkinliği, Küratör, 2009
- Geçiciİşgal@Santralistanbul, Küratör, 2008
- Directlink: Sanat Aracılığıyla Kültürlerarası Diyalog – İstanbul Bilgi Üniversitesi, Küratör, 2007 – 2008
- Sahne Sanatları Buluşması – Moda Sahnesi, Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi, Küratör, 2008
- Beyoğlu Belediyesi Semt Konakları’nda Tiyatro ve Dans Atölyeleri, Organizatör, 2007
- Açıkalan@Cihangir – Kamusal Alanda Sanat, Cihangir Mahalle Şenliği kapsamında, Küratör, 2005
- Küçük Prens – Beko Çocuk Tiyatrosu, Sanat Yönetmenliği 1996
- Shakespeare Günleri – İstanbul Devlet Tiyatrosu, Küratör, 1992
- Genç Günler – İstanbul Devlet Tiyatrosu, Küratör, 1990
Danışmanlık ve Eğitim:
- Kendi Evin Gibi – De Stal van Dingo (Hollanda – Türkiye), Bomontiada ALT, Şişli BLD 2017
- BİR – Mine Arın (Performans) Sanat Yönetmenliği 2016
- Seyirler Projesi – CRT St Blaise Tiyatro Araştırmaları ve Yaratım Merkezi (Fransa – Türkiye) 2015
- Proje Tasarımı Atölyesi – İTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi, “Kamusal Pratikler” dersi kapsamında 2009
- Bağımsız Network – (ÇGSG) Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi 2008
- Workcenter of Jerzy Grotowski/ Theater des Augenblicks – “Tracing Roads Across” 2005-2007
- Theater des Augenblicks (Avusturya) – Trance Chance/ The Gender is Performance 1998 – 2000
- La Mama Theater – New York / Hüseyin Katırcıoğlu / Darphane –i Amire 1995
Rol Aldığı Oyun ve Performanslar 1982 – 2000
- Samah / Yazıbağı’nda Şenlik / Yunus Diye Göründüm – Nurhan Karadağ 1982 – 1986
- Bekarlarınca Soyulan Gelin – Erkan Şimşek, Marmara Üniveritesi Haydarpaşa Kampusü 1985
- Buzz – Simon Telvi, Seretonin 2 – Gazhane 1990
- İsmene – Yada Tiyatro, Hüseyin Katırcıoğlu 1992
- Bir Hitit Hikâyesi – Ellen Stewart, La Mama – İstanbul Tiyatro Festivali 1993
- Truva Öyküsü – Hüseyin Katırcıoğlu, Uluslararası Assos Gösteri Sanatları Festivali 1994
- Adım – Levent Öget, Bilişim ’96, Fotoğraf/İnstallation – Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı
- Küskün Kahvenin Türküsü – Engin Alkan 1996
Katıldığı Atölyeler:
- Jerzy Grotovski ve Thomas Richards – Work Center, İtalya
- Kristin Linklater – Voice, ABD
- Ellen Loren – Suzuki, ABD
- Theodoros Terzopoulos – Biodinamik, Yunanistan
- Ellen Stewart (La Mama), ABD
- Jeong Ok Kim, Kore
- Aydın Teker – Omurga
- Tuğçe Tuna – Laban
Burs mu arıyorsun? O zaman tıkla. Diğer yazılarımız için Microfon Blog sayfamızı ziyaret edebilirsin.